1 Aralık 2011 Perşembe

Uyurken...


Uyuyordu sıcacık yatağında...
Belki girdaplı rüyaların başdöndüren hızında,
Belki kuştüyünden de rahat cennet ırmağında...
.
Uyuyordu ya da ölüydü yaşarken...
Kimse bilmiyordu, O'ndan başka.
O, hem uyuyor, hem susuyor,
Ne varsa kaçırdığı,
Geleceğe dair tutamayacağı,
Kana kana yudumluyordu, rüyasında.
Hayattaydı veya gitmişti çoktan...
Kimse bilmiyordu.
.
Adam, ilişti yatağın kenarına.
Doyamayacağını bilerek baktı,
Dokunamayacağını bilerek dolaştırdı parmaklarını saçlarında,
Kavuşamayacağını bilerek iç çekti.
Bağırsa ve herkes uyansa diye iç geçirirken,
Belki rüyaydı belki hayal.
Kimse bilmiyordu...
.
Kadın, dokunamayan ellerin sıcaklığıyla
Ve saramayan kolların hayaliyle, devam etti gözlerini kapamaya.
İstese açabilir miydi,
Sarılabilir miydi,
Söyleyebilir miydi yıllarca demediklerini,
Anlayamıyordu.
Ve kadın hangi dünyadaydı,
Hiç bilmiyordu...
.
Gün ağarana kadar herşey aynı kadı.
Yıllarca kapısı açılmamış evlerin kokusu sindi odaya.
Hasret çeken bedenlerin ağırlığı sızdı.
Dökülemeyen gözyaşlarının ıslaklığıyla buğulandı camlar.
.
Kadın,
İlk ışığı bekledi, yeniden can bulmaya cesaret için.
Adam,
İlk ışıkla gitmek istedi.
Bir saniyeyle kaçırmak pahasına birbirlerini,
Değmeden geçmek uğruna yaşamlarından,
Sessizce yaptılar düşlediklerini.
Hiç kimse görmedi.
Hangisi hayaldi,
Hangisi gerçekti
Kimseler bilemedi...
21.05.2010

23 Kasım 2011 Çarşamba

Kırkyama...

Aldım önüme kırkyama yorganımı. Her parçası başka renk, başka desen, başka kumaş. Her birinde apayrı izler, kokular, hatta tatlar. Baksanız tek tek, belki birkaçı sivrilir aradan...Ama bütünü, öylesine güzel ki...
Serdim yere, oturdum kenarına. Yanımda, kocaman bir havuz, içinde hiç durmadan akan fıskiyeler vardı. Etrafımdaki kalabalığın uğultusuna su sesi karışıyor, sesleri ayrıştırıyor, havuzun içine çekip alıyordu. Ben, orada öylece, yorganımın kenarında oturuyordum. Kimse görmüyordu, kimse duymuyordu. Oysa hem konuşuyor, hem dinliyor, hem ağlıyordum. İnsanlarsa, hem yemek yiyiyor, hem gülüyor, hem de kayıtsızca yürüyordu.
Kırk parçanın kırkını da yokladım ellerimle. Hangisini çıkarıp yerine ne koysam diye düşünürken buldum sonra kendimi. Çıkarabilir miyim acaba dikişleri iyice birbirine kaynaşmış olan herhangi birini? Tek başıma gücüm yeter mi bu kadarına? Eskiyen parçaları yamayıp öyle mi devam etmeli bu kocaman yorganı sırtlanmaya, yoksa yardım mı almalı? En azından bir iğne iplik mi istemeli birilerinden? Yardım istemeyi de bilmem ki ben. Hep kendim diktim söküğümü, kendim onardım yamamı...
Şu küçücük fındık kabuğundan geminin içinde, yanımdaki havuz şırıl şırıl akarken ve yorgandaki atlaslar pırıl pırıl parlarken, göz bu ya, hep söküklere gidiyor. Bütün şefkatim, minnetim üstümde, bir de miskinliğim. Seviyorum bu halini, devam ediyorum ağlamama. Boşver, diyorum, boşver. İpliği iğneden geçirmekle kim uğraşacak şimdi...
 
31.07.2009

14 Kasım 2011 Pazartesi

Sis

Kendi kendine mırıldanma, dedi ağaç.
Önüne bak, diye haykırdı yanındaki küçük sincap.
Elleriyle yokladı beyaz bulutu,
Bulmaya çalıştı yönünü lakin,
Hem ıslaktı, hem yoğun,
Hem de genzine doluyordu yakıcı soğuk hava.
Narkoz gibi kokusu diye söylendi.
Kaygan çürümüş yapraklara bastı.
Çok uzaktan hafif bir iyot kokusu duyulsa da,
Ne güneş vardı, ne kutupyıldızı.
El yordamı da denemezdi buna,
Sezgileriyle bulmaya çalıştı yönünü.
Gün, asılı kalmıştı ormana.
Mevsim de değişmiyordu, saat de.
Hatta aydınlık bile hep aynı ayardaydı.
Olsa olsa rüya olmalıydı amma,
Bacaklarına değen çalıların verdiği acı can yakıcıydı.
O halde bu bir düş olamazdı.
Küçük sincapların etrafında döndüklerini hissediyordu.
Ah bir de seçebilseydi, nerdeydi, nasıldı...
Ah bir de bilebilseydi, ordan nasıl çıkacaktı...
Orman belki bütün haşmetiyle karşısında duruyor,
Belki de ardından el sallıyordu,
Yoğun, ıslak ve herşeyi belirsiz yapıyordu sis.
Ve hiç dağılmıyordu...

Orman hem dost, hem tuzaklarla dolu,
Sırlarını açmıyordu...

27.07.2010'dan...

11 Kasım 2011 Cuma

Yağmur...

Ne varsa bir yerlerde gizlenmiş, hepsi gün yüzüne çıkıyor...
Yağmur, katmış ardına geçmişin ruhlarını,
Pencereden sızıyor...
Gün bitecek az sonra,
Geceyle düşecek üstümüze damlalar
Ve karanlıkla yıkandıkça eski ruhlar,
Yitip anılarda yok olacaklar.
Eski bir şarkıyı duyuncaya,
Yeni damlalarla buluşuncaya kadar...